Kötü adamı oynayarak Oscar kazanan oyuncular

Kötü adamı oynayarak Oscar kazanan oyuncular

En iyi oyunculuk Oscar'ını her zaman filmdeki iyiler alacak değil ya. İşte filmlerdeki kötü rolleriyle aklımıza kazınıp en iyi oyunculuk Oscar'ını alanlar.

Hollywood kötü adam olmanın da bazen getirilerinin olduğu bir yer. İyi, kötü ve çirkinleri ödüllendirdikleri bir endüstride, oyuncular karanlık taraflarına dokunma ve lezzetli şeytani performanslara dönüşme konusunda her türlü teşvikten yararlanırlar. Oscar'ı kazanmak, kusursuz bir oyunculuk dehası olmamasına rağmen, prestijli ödül, harikulade kötü davranışların gerçek örneklerini ölçmenin uygun bir göstergesidir.

Ama bir filmin karakterini kötü adam olarak nitelendiren özellik nedir? Bu listedeki isimlerden bazıları, hemşire ya da şerif gibi geleneksel olarak kahraman gibi görünen rollerdedir ama yine de film bağlamında görevini kötüye kullanan kötü adamlardır.

Her şey bakış açısı ile ilgili ve bir hikaye genellikle bizim sempatimizin kime karşlı olması gerektiğini açıkça gösterir. Öyleyse en kötülerin en iyilerine bir bakalım.

Kötü adamı oynayarak Oscar kazanan oyuncular

10. Faye Dunaway, Network (1976)


 
Faye Dunaway'in adı, sinemanın harika kötülerini düşünrken akla gelen ilk isim olmayabilir, ancak Sidney Lumet'in Network filmi, bu harika oyuncunun çok yönlülüğüne dair sağlam kanıtlar sunar.

Bu film, gerçek hayatta sık sık ortaya çıkmadığı halde, hiciv sayılabilecek kadar kolay bir sosyal yorumdur. Kendi kendini yetiştiren, mağdur kahramanı, televizyonda ve radyoda o kadar çok tekrarlanmıştır ki artık bir yenilik olmaktan çıkmıştır.

Hala da, 1957'deki A Face in the Crowd filmine rakip gösterilen bu film, şimdiye dek yapılan en zeki, en keskin film olmaya devam ediyor.


 
Bir akşam şovunun uzun süreli sunucusu reytingler düşük olduğu için kovulmanın eşiğinde olduğunu öğrendiğinde, meseleleri kendi ellerine alır. Canlı yayında gelecek hafta intihar edeceğini söyleyen haber spikeri, kanal yönetimi arasında kaos yaratır. 

Faye Dunaway bu yöneticilerden birini Diana Christensen'i oynuyor. Faye, akşam haberlerini, artık bıkmış olan yıldızının çığır açan antikalıklarını içeren bir eğlence şovuna dönüştürmeye karar verir. Ancak, daha yüksek reytingler almak için can atmaya devam ettikçe, daha fazla başarı için hiçbir şeyden vazgeçmeyecektir. 

Çok geçmeden kendisini, canlı yayını, herkesin hayal edebileceğinden daha fazla canlandırmakla tehdit eden bir grup teröristle anlaşma yapar. Christensen'ın kontrolsüz bir hırs peşinde koşması ve kişisel başarısı nedeniyle kötülüğe doğru kayarken, Dunaway karakteri mükemmel bir şekilde canlandırıyor.

9. Gene Hackman, Unforgiven (1992)


 
Kahramanlardan oluşan bir grup suikastçıyı ve kötü niyetli bir yerel şerifi düşünmemizi isteyen bir hikaye ne kadar etkili olabilir? Clint Eastwood'un Unforgiven'ı bize bunun gerçekten çok başarılı bir yaklaşım olabileceğini gösteriyor.

Bu, türün geleneksel normlarını ortadan kaldıran ve iyi adam ile kötü adam rolleri üzerindeki kısıtlamaları gevşeten bir tür revizyonist western filmi. 


 
Büyük Gene Hackman, yasayı uygulama nosyonları zaman zaman açıkça kanunsuz alanlara giren kendince haklı bir şerifi canlandırıyor. Yerel bir kadın vahşice saldırıya uğradığında, şerifin cezası, suça kıyasla çok hafif kalır ve kadının arkadaşları, failleri öldürenlere para ödülü vereceklerini açıklarlar.

Emekli bir silahşör olan Clint Eastwod parayı almaya kararlıdır. Ancak Hackman'ın avukatı ile yolları keşistiğinde, toplumsal rolleri çok az şey ifade eder; Şerif kendisini haklı çıkarmaktan vazgeçmezken eski silahşörümüz de görevini tamamlamak için paradan başka nedenler de bulacak.

8. Charlize Theron, Monster (2003)


 
Kariyeri, o kişiye yapılan korkunç bir yanlışlığın sonucu olarak başlayan bir kötüyü düşününce karmaşık duygular ortya çıkar. Bu nadir bir tema değil, ancak bazı durumlarda etki özellikle güçlü olur.

Monster da böyle bir filmdir ve Charlize Theron'un oynadığı gerçek hayat karakteri, travmatik bir deneyimden sonra daha da kötüye gidiyor. Buradaki inkar edilemez derecede etkileyici performans, aktris olarak kendi imajının kalıbını tutkuyla kırdığı için kesinlikle hak ettiği olumlu eleştirileri kazandırdı oyuncuya.


 
Tamamen darmadağınık bir Theron, kendisini şiddetli bir yola sokan şiddetli bir saldırı geçiren bir fahişenin zorlu rolüne bürünür. Saldırganını öldürdükten sonra, kendini nefret dolu yaşam tarzından ya da içindeki kıvılcımdan kaçamıyor olarak bulur. 

Daha fazla cinayet gerçekleşirken, aranılan kadın polislerden ve peşindekilerden saklanmaya çalışır. Theron'un, Monster'daki Aileen Wuornos olarak korkusuz performansı seçki oyuncular arasındaki yerini sağlamlaştırdı ve aklımızda yer etti.

7. Michael Douglas, Wall Street (1987)


 
Beyaz yakalı kötü adamlar soylu unvanlarını, en çılgınca deliler kadar iyice kazanıyorlar ve Wall Street, bu kötü adam ırkını mükemmel bir şekilde sunuyor. Sınırsız açgözlülük tarafından yönlendirilen bir vampir akbaba kapitalisti, Oliver Stone'un filminin antagonisti ve seyirciye, çok uzaklarda olsalar bile birçok insanın hayatına sefalet getiren bu karakteri sevmemesi için birçok neden veriliyor.

“Açgözlülük iyidir” diye ilan eder ve sloganını ve yöntemlerini ele almak istediğimiz görüşü açıktır. Michael Douglas, zengin bir şekilde hak ettiği Oscar'ı kazandığı bu rol için kurnaz, soğuk ve zeki bir güç kullanır. 


 
Charlie Sheen, ünlü ve zengin bir Wall Street iş adamı olan Gordon Gekko'nun kanatları altına alınmaya kararlı, hırslı bir genç borsacıyı canlandırır. Kahramanının dikkatini çekmeyi başarır ve eğitimine devam eden Wall Street'in zengin seçkinleri arasında yerini alır.

Fakat Michael Douglas'ın Gekko'su, Sheen'e bir şirketi ele geçirmek ve bu süreçte sayısız kişiyi işten çıkarmak için ahlaksız bir plan önerdiğinde, ilişkileri bozulur. Douglas, ikonik bir prototip olan rol için gereken kibirli nefreti temsil ediyor.

6. Christoph Waltz, Inglourious Basterds (2009)


 
En kötü adamlarda bile bir iyilik kırıntısı aramak cazip gelebilir. Neden böyle olduklarını anlamaya çalışmak için iyi bir çaba olabilir. Ama bazı karakterlerin hiç bir hafifleştirici nedenleri olmaz. Şeytnın bu dünyadaki kadrolu elemanları gibi çalışırlar. 

Waltz'in Inglourious Basterds'deki karakteri bu kategoriye giriyor gibi görünüyor, çünkü ekranda tasvir edildiği haliyle kimse onun içinde herhangi bir çatışma veya iyilik izi bulamaz. Belki de gerçekten kötü olan bir adam bile bu kadar iyi canlandırmaz ama bu filmin amacına en iyi hizmet eden şekilde, hemen nefret edilecek bir kötü adam olmuştur Waltz.


 
Filmin ilk sahneleri SS Albay Hans Landa'nın, şüphelendiği bir Yahudi ailesini sorgulamasıyla başlar. Gerçekten de döşeme tahtalarının altına sığındıklarını öğrenerek, bütün aileye yukarıdan vurulmasını emreder. Bu, film boyunca aldatmaca kariyerine devam eden Waltz'ın kötü adamlığını gördüğümüz ilk sahne

Brad Pitt'in liderliğindeki bir grup Yahudi-Amerikan askeri savaş sırasındaki düşmanlarının en kötüsünün izini sürmekte uzmanlaşmıştır ve yolları kaçınılmaz olarak onları Landa'ya götürür. Waltz gerçekten müthiş bir performans sergiler bu filmde. 

5. Kathy Bates, Misery (1990)


 
Misery'deki kötü adam, listemizdeki en az gerçekçi olanlardan biri olabilir ama bu algı için tam biçilmiş kaftandır. Kathy Bates, ünlü kariyerinin en iyileri arasında yer alan ezici bir performans sergiliyor.

Her ne kadar bu filmin konusu pek olası olmasa da, tamamen imkansız değil ve sadece Stephen King'in aklından alınabilecek bir masal olarak kalbimize korku salıyor. Takıntılı bir hayal gücü gerçeği karşıladığında, Misery'in hikayesinin bize gösterdiği gibi sonuçlar patlayıcı olarak tahmin edilemez olabilir.


 
Kathy Bates, araba kazasında bulunan ünlü bir yazara rastlayan bir hemşire olan Annie Wilkes'i canlandırıyor ve tıbbi bakım için evine getiriyor. Tesadüf odur ki, Annie yazarın “bir numaralı hayranı” ve birlikte geçirdikleri zaman için çok özel planları var.

En son kitabının el yazmasını okudukça, kitabın kahramanı hakkında kötü bir duruma kızar ve yatalak yazarı, kitabın konusunu kendi keyfine göre değiştirme konusunda zorlar. Direndiğinde Annie, anlaşmazlıkların sonuçlarının korkunç olacağını açıkça ortaya koyar ve yazar için korku dolu anlar başlar. Bu kötülük Bates'i tüm zamanlarından en iysi yapar ve ona bir Oscar kazandırır. 

4. Louise Fletcher, One Flew Over the Cuckoo's Nest (1975)


 
Hayatını zihinsel hastaları önemseyerek geçiriyor gibi görünen bir hemşire kötü niyetli sayılabilir mi? One Flew Over the Cuckoo's Nest bu soruyu evet olarak cevaplar. Mesleğindeki asil ruhları uzaklaştırmak için burada bir niyet olmasa da, Louise Fletcher'ın canlandırdığı bakıcı, sinema tarihinin en unutulmaz kötülerinden biri.

Asil mesleği olan ve belki de başlangıçta iyi niyetleri olan bir kadın, bu ikonik hikayede çok yanlış noktalara gider. Kurallara titizlikle saplantılı olmak ve diğer insanların bireysel ihtiyaçlarını unutmak, Fletcher'ın karakterinin kötü adamlığın kitabını yazmasını sağlar.


 
Çatışma, Jack Nicholson'un karakterinin Ratched hemşirenin çalıştığı akıl hastanesine yerleştirildiğinde başlar. Kurallara uymamaya ve mümkün olduğunca eğlenmeye kararlıdır. Asi ruhu diğer hastaları etkilemeye başladığında, hemşirenin gazabı artar ve onu ne pahasına olursa olsun durdurmaya çalışır.

Bu, karakterlerinin duygularını çok derinlemesine inceleyen bir film ve kötü niyetli kişinin kendilerine yönelik düşmanlığı, özellikle hissediliyor. Ratched hemşirenin çirkin yüzü sinema tarihinin ikonik bir parçası ve bunun için Louise Fletcher'a borçluyuz.

3. Javier Bardem, No Country for Old Men (2007)


 
No Country for Old Men karizma eksikliğinden dolayı daha ürpertici bir tür kötü adam tanıttı bize. Soğukkanlı, acımasız bir katil olan başrolümüzü Javier Bardem canlandırmaktadır.

Bir çok filmde bulunan fantastik ya da karikatürize kötü adamlarla kesin bir tezat içinde, Javier Bardem'in karakteri, özlü kişiliğine ve sınırlandırılmış, duygusuz performansına rağmen - veya belki de nedeniyle - korkutucu derecede inandırıcıdır.


 
Bu kötü adamın hikayesi pek bilinmiyor ama filmin başında bozuk para yüzüden adam öldürdüğünü görmek ne kadar tehlikeli olduğunu anlamamıza yeterli. 

Yerel bir Teksaslı çölde bir miktar para zulaladığında, ölümcül suikastçının dikkatinin hedefi olacağının farkında değildi. Fakat kovalamaca başladığında, hiçbir tarafın kavga etmeden vazgeçmeyeceği açık.

2. Heath Ledger, The Dark Knight (2008)


 
Heath Ledger, Joker adlı bir karakterin rolüne, yıllarının ötesinde bir ciddiyet ve özveriyle yaklaşmıştır. Kendisini bu karakterin içine soktu; bu kötü adam, tüm zamanların en unutulmazları arasında yer alıyor.

Bütün şahsiyetini, ikonik rolüne bağışladığı gibi, kötülüğün özellikleriyle boyayan Ledger, neredeyse her koşulda efsanevi olacak bir performans sergiledi. Heath Ledger'in zamansız ölümü bu filmi daha da özel kılmaktadır.


 
Christopher Nolan'ın Batman üçlemesinin ikincisi, birçok üçlemede olduğu gibi, daha koyu bir bölümdü. The Dark Knight başlıklı film, yüzeysel olarak kötü görünen işlerin anlamlarının yanı sıra, iyi niyetlerle hareket etmenin içerdiği karmaşıklığı araştırıyor. Joker, bu filmde ana kötü adam olarak ortaya çıkıyor ve Heath Ledger, hayranların beklentilerini aşan bir şekilde karaktere sertlik ve psikolojik bir derinlik katıyor.

Joker, Batman'ın iyilik ve kötülük kavramlarına olan inancını zedelemek için tasarlanmış senaryolar oluştururken, seyirciler öngörülemeyen ama heyecan verici bir film izliyor. Ledger'in güçlü performansı nedeniyle hangi karakterin kahraman olarak ortaya çıktığını ve hangi ve hangisinin kötü niyetli olduğunu keşfetmek, filmin final kareleri için ölümsüzleştirildi.

1. Anthony Hopkins, The Silence of the Lambs (1991)


 
Anthony Hopkins, Kuzuların Sessizliği'ndeki Dr. Hannibal Lecter rolüne dişlerini batırdığında ürkütücü karizmatik kötü adamlar için yeni standartlar belirlendi. Varlığının her lifiyle rolünü üstlendi ve unutulmaz bir zevkle büyüleyici katili oynadı. 

Nihai kötü adamlardan biri klasik müziği dinlerse ve ağzından bilgi dolu sözler dökülürse kime güvenilebileceğini bilmek zordur. Bu tür bir rahatsızlık izleyiciyi sınırda tutar ve Kuzuların Sessizliğini unutulmaz bir izleme deneyimi haline getirir.


 
Anthony Hopkins, süper kötü Hannibal Lecter'i (bu şeref 1986'daki Manhunter'da Brian Cox'a ait) ilk canlandıran olmasa da, rolünü benzersiz bir şekilde yerine getirdi. Lecter, bu filmde, Clarice Starling adında genç bir FBI ajanının sorularını bulunduğu hapishanede yanıtlar.  Amacı, başka bir suçluyu yakalamasına yardımcı olmak için içgüdüsünü kullanmak, ancak ikisi çok geçmeden hikayenin merkezi odağı olan bir kedi ve fare oyununa başlar.

Kuzuların Sessizliği olağanüstü bir film, ancak efsanevi Sir Hopkins'in galibiyet performansı olmadan hayal etmek imkansız.


İlgili İçerikler

Yazarın Diğer Yazıları

5 yaygın fotoğrafçılık hatası ve düzeltme yöntemleri Önceki

5 yaygın fotoğrafçılık hatası ve düzeltme yöntemleri

Bilgisayar alırken tasarruf yapmanın 6 yolu Sonraki

Bilgisayar alırken tasarruf yapmanın 6 yolu

Yorumlar

Bu içerik ile ilgili hiç yorum yazılmamış. İlk yorum yapan sen ol.


Yorum Yazın

Yorumu Kaydet
Teknoloji Bültenimize Abone Olun!

Teknoloji ile ilgili son gelişmelerden anında haberdar olmak için bültenimize abone olun. Sitemiz, 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu'na (KVKK) uygun olarak üye bilgilerini gizli tutar ve hiçbir zaman izinsiz gönderim yapmaz.